GÖL GİBİ OL
▫ Tahmini okuma süresi: 3 dakika ▫
Mehmet Usta mahallede sakinliği ve yüzünden eksik olmayan gülümsemesiyle bilinen yaşlı bir bakır ustasıymış. Her sabah küçük dükkânının kepenklerini kaldırıp kapısını açtığında çalan küçük kapı çıngırağı onu selamlıyor gibi gelirmiş. Babasından kalan bu küçük, sıcak işyerini çok seviyormuş. Raflar bazıları yeni, bazıları babasının zamanlarından beri alıcılarını bekleyen tencereler, bakraçlar, tepsilerle doluymuş. Bu dükkândaki sesler ve kokular Mehmet Usta’ya kendini evinde hissettirmiş. Özenle ve incelikle işlediği kap kacağın alıcısı çokmuş. Mehmet Usta kaderine şükredermiş.
Kendi oğlu olmadığı için Mehmet Usta yanına aldığı çıraklara sanatını öğretirmiş. İşte böylece yıllar yılları kovalamış, bir gün Salih adında bir çırağı olmuş. Salih bu işi öğrenmeye gönüllü değilmiş ve sürekli şikâyet ediyormuş. Ustası hayatın her aşamasında yeni şartlara alışmanın zaman aldığını bildiğinden ona karşı sabırlı davranıyormuş. Ancak zaman geçtikçe Salih bu yeni hayata alışmak ve işi öğrenmek bir yana sürekli sızlanan, hoşnutsuz biri olup çıkmış: Kapının çıngırağı çok gürültülüymüş, taburesinin ayağı dengesizmiş, toz onu hapşırtıyormuş, başı kokular yüzünden dönüyor, çekiç sesi yüzünden ağrıyormuş.
Günlerden bir gün Salih bir yandan öğle yemeğini bitirmeye çalışıyor bir yandan da kendi yemeğini, duyduğu kadarıyla mahalledeki diğer çırakların yedikleriyle kıyaslayıp şikâyet ediyormuş. Usta işinden başını kaldıramadan Salih’e gidip küçük bir kese tuz almasını söylemiş. Salih dükkândan çıkıp dolaşmak için bir bahane bulduğundan bu duruma pek sevinmiş. Geri geldiğinde usta, tuz kesesinin yarısını bir bardak suyun içine boşaltmış, sonra bir kaşık alıp yavaşça suyu karıştırmış ve Salih’in itiraz etmesine fırsat bile vermeyen bir ses tonuyla ona bütün suyu içmesini söylemiş.
“Nasıl geldi?” diye sormuş usta.
“Usta, nasıl gelsin? Yanıyorum, boğazımı ateş bastı. Neden bunu içmemi istedin ki?!
Usta tek bir söz söylemeden paltosunu giymiş ve Salih’i küçük bir gölün kenarına götürmüş. Tuz keseninde kalan tuzu göle boşaltmış ve bardaktaki suya yaptığı gibi bir çubukla karıştırmış. Sonra gölden bir bardağa doldurduğu tuzlu suyu çırağına vermiş.
“Nasıl geldi?” diye sormuş.
“Çok ferahladım usta; bu su o kadar tatlı ki on bardak daha içerim…”
“Salih, hayat hepimize biraz tuz, çekecek biraz dert verir. Derdini seçemezsin ve herkesin başına dertler gelir. Ama seçebileceğin bir şey var. Sorunlarınla başa çıkarken bardak kadar dar veya göl kadar geniş olmayı seçebilirsin… Öğüdüm basit oğlum; göl gibi ol.”[1]
BİR KÜÇÜK TAVSİYE…
Bir kişinin hayata yüklediği anlamı ona sağlayan şey; yaşam boyunca biriktirdiği deneyimleri nasıl yoğurduğu, onlara nasıl anlam verdiğidir. Sen karşına çıkan olayları nasıl karşılıyorsun? Bir bardak misali dar bir bakış açısıyla derdini olduğundan daha acı hale mi getiriyorsun yoksa derdini göl misali engin bir birikime katıp ondan ders mi çıkarıyorsun? Sorunlarımızın çözümünü onlardan kaçarak ya da yok sayarak çözemeyiz. Kaçtığın bir ders nereye gidersen git karşına çıkar. Kaçmak yerine tek yapman gereken kendine bu durumun sana ne öğretmeye çalıştığını sormaktır.
[1]Malika Liberman, Judith. “Masal Terapi”. İstanbul: Doğan Novus yayınları, 2016. Syf 42.