KUTSAL HÜKÜMDAR: ŞİNTO

▫ Tahmini okuma süresi: 3 dakika ▫

 Ruhların Kaçışı (Spirited Away), usta Japon yönetmen Hayao Miyazaki tarafından yazılıp yönetilen Oscar ödüllü 2001 yapımı bir anime filmidir. On yaşındaki bir kızın ailesini kurtarmak için ruhlarla dolu büyülü dünyada yaşadığı serüveni anlatan bu film, zenginliğini Japon kültürü ve Şinto inancının köklerinden alır. Miyazaki, sinemanın büyülü gerçekçiliğini başka evrenlere taşımak için kullanır. Bu yazıda, filmin içindeki Japon geleneğinin izleri üzerinden Şinto inancından bahsedilecektir. 

   Şintoizm, Japonya’nın en çok inanılan, yerli ve eski bir animist dinidir. Japon mitoloji ve kültürünün birbiriyle bütünleşip beslemesiyle ortaya çıkmış olan bu inanç, doğanın ve doğanın parçası olan tüm unsurların ruhu olduğuna inanır. Bu yüzden insanın doğaya saygı göstermesi, koruması ve değer vermesi gerektiğini vurgular. Kesin kuralları olmayan Şinto inancı, iyilik ve kötülük kavramları arasında belirgin bir çizgi çizmekten kaçınarak, bu iki kavramın birbiri içinde var olması ve yok olması tasavvurunu; filmdeki karakterler ve yaşadıkları olaylar, seçimler ve deneyimler üzerinden ifade etmektedir. Panteist ve natüralist özellikleri de içinde barındıran Şinto inancı, tanrı-ruh evrene içkindir öğretisini yaşam gücü ve üretkenlikte yeşertiyor. İnsanın bu kozmik enerjinin parçası olduğunu da hatırlatmaktan geri kalmıyor. Bütünsel bir görünüm kazandırma fonksiyonu üstleniyor.

   Film, bu inanç ve kültürel kodlarından aldığı zenginliği kendi bağlamında yaratarak estetik bir gerilim yaratma peşinden giderken seyirciyi, küçük kız ile birlikte ying-yang öğretisi üzerinden deneyime ve dönüşüme sürüklüyor. Tuzağını merak ve fantastik dünyanın cazibesinde kuruyor.Hikâye ve karakterler üzerinden sancılı bir varoluş deneyimine hayret verici bir şekilde şahitlik ediyor izleyici.

   Filmde görülen “Banyo Evi” tasviri ile aslında Şinto inancında da bulunan kirlenmiş ruhu; temizlenme ve arınma yoluyla defetme, içteki ya da ruhtaki iyiliği keşfetme ve kimliğine kavuşma arzusu ile benliğine ulaşmayı hedefleyen ruhu, imgesel bir anlatımda gizliyor.

   Film ayrıca, Jung’un da öne sürdüğü kolektif bilinçdışı ve arketip unsurları üzerinden kültürden bağımsız olarak insanlığın zihnindeki ortak sembollerin motiflerini yakalayarak yerel geleneği aşıyor ve evrenselliğini seyirciyle kurduğu organik bağda kökleştiriyor. Farklı kültür, inanç ve yerel düşüncelerle filmin izlenerek yorumlanması, filmi kendi içinde yaratarak ve zenginleştirerek seyirciyi evrensel bir motifin parçasını haline getiriyor ve bunu sinemanın sanatsal gücünden faydalanarak yapıyor. Buradaki asıl başarısını; filmin temelini aldığı Japon kültürü ve Şinto inancının özüne zarar vermeden, seyirciyi ötekileştirmeden evrenin bütünselliğini anlatarak yakalamasında sakladığını düşünüyorum. Eserin yaratıcısından ayrılıp özgürleşmesi bu noktada devreye girse gerek. 

   Miyazaki, japon topluma getirdiği eleştiri ile aslında filmdeki karakterler üzerinden tüm dünyaya sesleniyor. Geçmişini unutan ve kimliğini kaybetme tehlikesindeki insana, geçmişi hatırlatarak kendine getirme görevini üstleniyor ama kişinin geçmişiyle romantik bağlar kurma çabasından sıyırarak; kişiye hayatın özünü anlama, saygı duyma, cana değer verme, dönüşüme izin verme, deneyim kazanma sorumluluğu yüklüyor.

   Söz konusu “Ruhların Kaçışı” filmini izleminizi, filmin tatlı ve etkileyici müziği olan “Always With Me” parçasını sonuna kadar sözlerine dikkat ederek dinlemenizi öneririm. 

Müzik
Avatar

Semiha Karagöz

Milenyumda doğdu. Hukuk fakültesi öğrencisi. Büyülü gerçekliği arar. Merak eder, okur, izler.