BİR İDAM MAHKÛMUNUN SON GÜNÜ
▫ Tahmini okuma süresi: 3 dakika ▫
Merhabalar. Sizlerle sıcağı sıcağına bir kitabı paylaşmak istiyorum. Birçok alıntı yapacağım, ipuçları vereceğim. Bundan dolayı kitabı okumayı düşünüyorsanız okuduktan sonra buraya uğramanızı tavsiye ederim.
Başlıkta gördüğünüz üzere eserin ismi “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü”. Konusu ise malumunuz. Yazarı, romantizmin kurucusu Victor Hugo. Eserde; romantizmin olmazsa olmazı duygulara, öznelliğe, günlük konuşma diline ve dine yer vermiş. Kısa ve akıcı olması sebebiyle tek seferde bitirebileceğiniz bir eser.
Eserde, mahkûmumuz için “ölüm cezası” kararının verildiği anı ve sonrasında kendisi için temyiz kararının gelmesini beklediği haftaları, geçmişte yaşadığı anıları, idama mahkûm edileceği günü güçlü betimlemeler sayesinde kafamızda canlandıracak, düşünecek ve zaman zaman kendimize sorular soracağız.
Kahramanımız kendine soruyor: “İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkûmdurlar. O halde durumumda nasıl bir değişiklik oldu ki?” Bu soruyu okuduğum an kendime şunları soruyorum: Kaç günümü öleceğimden habersizmiş gibi yaşadım? Kaç gün öylesine “takılıp” kendimi yaşadığıma inandırdım? Hangi işlerimi, hangi sorunlarımı yarına öteledim? Peki ya sizler bu yazıyı okuduğunuz günü, her an ölebileceğinizi bilmenize yaraşır bir şekilde mi yaşıyorsunuz?
Mahkûmumuza gelecek olursak; o bazen kendinin haklı olarak cezalandırıldığını söylüyor, bazense daha insaflı bir ceza alabileceğini. Yaşamak istiyor ve bu sisteme ve insanlara olan eleştirisini dile getiriyor: “Ve yine de sefil yasalar ve sefil insanlar, ben kötü biri değildim!”
“Bu yazılanlar düşünen bir insanın başını bir başka sefer adaletin terazisine atarken ellerindeki gücü belki de daha insaflı kullanmaya yöneltmeyecek mi?.. Yok ettikleri insanın bir zekası, hayata güvenen bir aklı, ölüme hazır olmayan bir ruhu olduğunu hiç düşünmemişler midir?” Ardından sorduğu bu sorulara kendisi cevap veriyor.

Düşüncelerinden dolayı ölüm cezasına çarptırılanlara da değiniyor mahkûmumuz. Diyor ki: “Sahte siyasi gerçekler ne kadar da iğrenç! Bir düşünce, bir hayal, bir kavramdan dolayı giyotin adı verilen o korkunç gerçeklik! Ve halinden şikâyet eden, gerçek bir suç işlemiş, kan dökmüş olan ben!” Aynı zamanda toplumun onun ailesine karşı işleyeceği şuç için kendini suçluyor. “Sefil! Nasıl bir suç işledin ve topluma nasıl bir suç işlettin!”
İdam kararı verildikten sonra temyize başvuran ve karar çıkana kadar hücresinde bekleyen mahkûmumuz temyizi şöyle tanımlıyor: “Temyiz sizi bir uçurumun üzerinde asılı tutan ve kopana dek sürekli çıtırdadığı duyulan bir ipten ibarettir. Tıpkı giyotinin bıçağının aşağı düşmek için altı hafta beklemesi gibi.” Kahramanımız hapishaneye yeni gelen jandarmanın ona söyledikleri üzerine çılgın bir umuda kapılıyor ve şu cümleyi kuruyor: “İnsan içinde bulunduğu umutsuz koşullarda bazen bir zinciri bir saç teliyle koparabileceğini sanır.”
Mahkûmumuz, sistemi ve sistemin insanlarını sorgulamayı bırakmıyor. Uyguladıkları yöntem ile “acı çekilmediğini” söyleyenlere: “Peki ya altı haftalık bu can çekişmeye, gün boyunca süren bu iniltiye ne demeli?.. Üstelik acı çekilmediğinden eminler mi? Bunu onlara kim söyledi? Kesik bir başın sepetten kanlar içinde çıkıp halka: Acı hissedilmiyor! dediğini duyan oldu mu?.. Çok iyi bir düzenek diye teşekkür eden ölüler oldu mu?”
Eserde, onun idam edilişini izlemeye gelen insanlar ve o insanların mahkûmda uyandırdığı hisler öyle başarılı ifade edilmiş ki bu gerçeklik karşısında dehşete düşüyorsunuz. Tüm o izleyicilerden tiksiniyorsunuz. “En yakınımdakiler ellerini çırpıyorlardı. Ne kadar sevilirse sevilsin bir kral bile böyle büyük bir coşkuyla karşılanamazdı… İnsan kanı içen tüccarlar avazı çıktıkları kadar ‘Yer isteyen var mı?’ diye bağırıyorlardı. İçimi öfkeyle dolduran bu kalabalığa ‘Benim yerimi isteyen var mı?’ diye bağırmayı düşündüm.”
Mahkûmumuz giyotin sehpasına gideceği son anlarda yaşadığı zorlukları bir tarafa bırakıp bu durumu “Tıpkı uyurken rüya görenler gibi her şeyi oluruna bıraktım.” şeklinde ifade ediyor. İdam saatinin geldiği o an umudu kovalıyor, son isteğinde onu bağışlamalarını söylüyor. Bu isteği kabul edilmemesine rağmen savaşmaya devam ediyor: “Ah! Sırtlanlar gibi haykıran iğrenç halk! Buradan kurtulamayacağımı, bağışlanmayacağımı kim bilebilir?.. Beni bağışlamamaları imkânsız!”
Son olarak size aşağıya linkini bırakacağım ses dosyasını dinlemenizi tavsiye ediyorum. İyi günler dilerim.