NASYONAL SOSYALİZM: DİL VE ZİHİN İSTİLASI

▫ Tahmini okuma süresi: 3 dakika ▫

  Bir kelime duyduğumuzda zihnimize farklı görseller, hatıralar, duygular aktığını ve o kelimenin karşıladığı şeye bakışımızı bu tecrübelerin belirlediğini biliyoruz. Dilin kurgusunun zihinlerin de kurgusu oluşu, aynı şekilde düşüncelerimizi özenli kelimeler seçerek ifade edebilme yetisi, insanı diğer canlılardan ayıran en büyük özellik ve şans gibi görünür. Fakat bu güç her daim güncelliğini koruyan etkin bir silah olarak da kullanılabiliyor.

    Bu bağlamda “Nasyonal Sosyalizm’in Dili[1]”, Hitler ve yandaşlarının kullandığı en büyük propaganda aracının ne olduğuna cevap veriyor: “İnsanın bilinçli hissedişle algılayacağı bir şey değildi en kuvvetli etkinin kaynağı. Nazizm insanların kanına tek tek seçtiği kelimelerle, deyimlerle, cümle formlarıyla girerek kendini dayatıyor; zihinleri mekanik ve bilinçsiz halde devralıyordu.”

Instagram Banner

   Nasyonal sosyalizm, kendini Roma İmparatorluğunun devamı olarak tanımlasa da Alman filozof Schiller’in de dediği gibi “senin için nazmeden ve düşünen gelişkin dilini ve bu dilin nasıl bir iktidarın kendi zihniyetini, dayattığı ideolojiyi ürettiğini; karşı çıkanları saf dışı bıraktığını gözler önüne seren bir rejim” tabiri daha doğru görünüyor.

   Yahudi kökenli Amerikalı siyaset bilimci Hannah Arendt, çalışmalarında Nazi dönemi siyaseti ve felsefesini birinci elden incelerken, dönemin propaganda yöntemlerine ve dil stratejilerine de geniş bir yer ayırıyor. Kötülüğün Sıradanlığı[2] kitabında Nazi ordusunun üst rütbelerinde uzun yıllar etkin rol almış Alman subay Adolf  Eichmann’ın 1961 yılında Kudüs’teki yargılanma sürecini bizlere mahkeme salonundan aktarıyor. Tekrar eden cümlelerle, verilen emirlere uymak dışında bir eylemde bulunmayan ve dönem iktidarına itaat eden iyi birer vatandaş olduklarını belirterek kendilerini savunan askerleri dinliyor Arendt. Devamında bireylerin düşünme mekanizmalarını bu kadar etkisiz bırakmış o emirleri sorguluyor.

    Adolf Hitler’in 1933’te iktidara gelişinin ardından nasyonal sosyalist ve antisemit söylemleri kamusallaştırmaya gösterdiği önem meyvelerini vermiş, halkı -zulme uğrayan Yahudileri dahi, ki holokostta Yahudi askerlerin de rolünün azımsanamayacak derecede oluşu mahkemede belgelerle sunulmuştur- ve askerleri vicdani muhasebeden uzak tutarak fikirsizliğe sevk edecek cümleler, katliamın masumane dilini oluşturmuştu.

    Bu dönemle gündeme gelen Almanca “Sprachregelung” terimi, Nazi iktidarında kötülüğün rasyonelleştirilmesi ve trajik sonuçların dahi kutsal bir görevin zinciri içinde olağanlaşmasını ilke edinmiş dil sistemi anlamına gelmektedir. Bu dil sisteminin asıl etkisi, söz konusu insanları yaptıklarından bihaber tutmak değil, yaptıklarını cinayet ve yalanlarla ilgili eski bilgilerinin üzerine kaydetmelerini engellemekti. Yerine getirdikleri sürme, toplama ve öldürme emirlerini sırayla birinci, ikinci ve nihai çözüm olarak adlandırıyor; Doğu’daki toplama kamplarındaki gaz odalarını rejim doktorlarıyla “tıbbi bir mesele” başlığı altında ele alarak geliştiriyorlardı. Toplama kamplarında çalıştırılan gençleri, öldürülenlerin aksine güçlü görüyor ve modern düzenin bir gerekliliği olan Alman sanayi ve toplum kalkınması amacıyla istihdam ediyorlardı. Mektuplaşmalar ve toplantı kayıtlarında, bu durumun kaçınılmaz olduğunu düşündükleri görülebiliyor. Bu belgelerde zamanla aşina olunan, aynı kelime kalıplarıyla çizilmiş, vatanına hizmet eden fedakâr asker portreleri; askerleri kamplardaki durumdan uzaklaştırarak eylemlerini gölgelemeye, hatta kendileriyle gururlanmalarına yetiyordu. Aksi takdirde herkesin gözü önünde, Avrupa’nın göbeğinde bir katliamın yıllarca aynı hız ve başarıyla ilerlemesi beklenemezdi herhalde.

  Nazi dönemi sona erse de yeni yüzyılın getirdiği global sorunlar, hâlâ Avrupa’nın göbeğinde aynı dil oyunuyla ele alınmaya devam ediyor. Şimdilik bariz sonuçları göremediğimiz için farkına varmamız da bir o kadar zor. Medya kuruluşlarının son yıllarda, özellikle mülteci krizinde bu kitleyi kriminal olaylarla iç içe anarak ve gerek sosyal platformlarda gerekse eriştiği kamusal alanlarda aynı cümleleri tekrar ederek izlediği, Hitler’inkinden farksız bir dayatma yoluyla ırkçılığı normalleştirdiğini zaman zaman fark ediyoruz. Bugünün basit görünen eylemlerini yorumlarken, 1941-45 yılları arasındaki kıyamet sahnelerinin 1933’ten beri ilmek ilmek işlenen ve çığ gibi büyüyen aynı sosyal ortamın bir sonucu olduğunu unutmamak gerekir.


[1] KLEMPERER Victor, Nasyonal Sosyalizmin Dili, İletişim Yayınları, 2013.
[2] ARENDT Hannah, Kötülüğün Sıradanlığı, Metis Yayınları, 2009.

Tüm Sosyoloji içeriklerimize buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.